Penceredeki Kadın (The Woman in the Window) filmi, A. J. Finn'in aynı isimli çok satan kitabından uyarlanarak, anksiyete hastası olan ve agorafobisi nedeniyle evinden çıkamayan Anna Fox'un, komşularını gözetlerken bir cinayete şahit olduğunu düşünmesi sonrası gelişen olayları konu ediniyor. Filmin hikayesi özetle şu şekilde: Anna, New York’ta kedisi ile birlikte yaşayan bir çocuk psikoloğudur. Yaşadığı agorafobi hastalığı nedeniyle tedavi görmektedir. Zamanının çoğunu evinde kapalı alanda, kült filmleri izleyerek geçirir. Alistair ve Jane Russell çifti, Anna’nın karşısındaki binaya taşınır. Anna, onların 16 yaşındaki oğulları olan Ethan Russell ile tanışır. Ethan, görünürde kırılgan ve sorunları olan bir çocuktur. Anna için bu durum, çocuk psikoloğu olması ile birleşince ekstra bir şefkate dönüşür. Yalnız başına yaşayan bu kadının alt katında da evini kiraya verdiği David isimli kiracısı vardır. Anna, bir gün pencereden dışarı bakarken sokağın karşısındaki evde işlenen bir cinayete tanık olur. Bu andan itibaren filmin ana yapısı şekillenmeye başlar. Anna, bu cinayetin işlendiğini öğrendiği andan itibaren harekete geçer. Jane Russell da zaten hayattadır. Bu noktadan itibaren Anna, söylediklerine güvenilmeyen, kafası karışık ve psikolojik sorunları olan bir imajla sunulur sahnelerde. Filmin doruk noktasında da onun travmasına ortak olunur. Anna’nın yaşadığı psikolojik sorunun temelinde, onda agorafobik semptomların ortaya çıkmasına neden olan travmatik deneyimin ne olduğu görülür. Ed ve Olivia araba kazasında ölmüşlerdir. Yaşadığı bu sarsıcı olayın etkisi ile ana karakter, kendini güvenli bir alana taşımış ve dış dünya ile ilişkisini sınırlandırmıştır. Tüm bu illüzyona rağmen Anna’nın gördüğü şey gerçektir. Sosyopat dürtülerini gizleyen Ethan Russell, Katie’ye saldır