Higanbana çiçeğinin hikayesi, Japon mitolojisinde aşk, yasaklar ve lanetlerle dolu trajik bir öyküyü anlatır. Güneş tanrıçası Amaterasu, doğanın dengesini sağlamak için iki peri (veya elf) görevlendirir: Manju. Saka. Bu iki peri, birbirleriyle tanışmamaları ve iletişim kurmamaları emredilmiştir. Amaterasu bu durumu affetmez ve onları ceza olarak bir lanetle karşılaştırır: Saka'nın yaprakları ancak Manju'nun yaprakları öldüğünde çıkar. Bu döngü ile aynı zamanda yapraklar da açar. Böylece, her yıl aralarındaki aşkın yeniden doğuşu ve ayrılığı, birbirlerinin varlıklarından sürekli haberdar olmalarına rağmen bir araya gelemeyecekleri acı bir döngüye dönüşür. Bu lanetli aşk, onları sonsuz bir ayrılıkla cezalandırır. Higanbana, bilimsel adıyla Lycoris Radiata, Japonca’da bu ismiyle tanınırken, halk arasında "Kırmızı Örümcek Zambağı" olarak da bilinir. Higanbana'nın 1000'den fazla isminin çoğu, ölümle ilişkilidir. Higanbana, aynı zamanda terkedilmiş aşkı, kaybedilen yakınları ve geri dönmeyen bir sevdayı da temsil eder. Higanbana, bir yandan göz alıcı güzelliğiyle dikkat çekerken, bir yandan da insanın ölümlülüğünü ve hayatın geçici doğasını hatırlatan derin bir anlam taşır. Higanbana, bazı kültürlerde doğanın zorluklarına karşı hayatta kalma gücünün bir simgesi olarak da görülür. Higanbana, Çin, Japonya, Güney Kore, Nepal ve Amerika Birleşik Devletleri'nin bazı kesimlerinde görülebilmektedir. Higanbana, aynı zamanda Japon bebeklerine verilen bir isimdir. Higanbana, ayrıca, "cehennemde açan uğursuz çiçekler" olarak da tanımlanır, çünkü Japon ve Çin halk inançlarında ölüm, ayrılık ve karan