Play Time filminin konusu şu şekildedir: Bekarlığıyla meşhur Mösyö Hulot, her yanı modern araç gereçlerle dolu Paris’te sudan çıkmış balığa döner. Filmin diğer konusu detayları şu şekildedir: Kahramanımız Paris’teki bir Amerikalı memur ile görüşmek zorundadır, fakat teknoloji dolu modern mimariler arasında kaybolur. Hulot turistlerin arasına istemeden de olsa karışır ve bir Amerikalı turist grubuyla Paris’i dolaşırken ondan beklenecek kargaşayı da oluşturur. Koca bir stüdyo kent inşa edilerek çekilen Play Time için Jacques Tati, kendi yarattığı evrende kentin önemli yapılarının perdede kendine yer bulmasını istememiştir. Filmde girip çıkılan mekânlardan biri de seyahat acentesidir. Filmdeki yapıların hepsinin dış cephelerinin benzer olmasının yanında iç mekânlarda da bir öznellik yoktur. Günlük hayat içerisinde birbirine yabancılaştırılan bireyin oldukça çarpıcı olan temsiline Mösyö Hulot, tanrısal bir yerden bakar. Filmde modern toplum, tüm dünyayı tek tipleştirmiştir. Filmin en uzun sahnesi olan restoran bölümünde modern mimarinin adeta kâğıttan olduğunun ve eğlence anlayışının gösterişten ibaret olduğunun altı çizilmektedir. Mekâna gelen ABD’li çift, restorandaki eğlence anlayışını yönlendirip şekillendirir. Bu da birçok göz tarafından izlenen, takip edilen veya tutsak edilen bireyin saklanmasını güçleştirir. Play Time’da artık tüm kentin camlardan oluştuğu ve bu camdan oluşan pencerelerin de her birinin bir gözcüyü temsil ettiği söylenebilir. Binaların dışını boylu boyunca kaplayan camlar, dümdüz sistemli yapılar, merkezden dışarıya doğru ilerleyen simetrik yapılaşma; bireyleri adeta sorgu odasında yüksek ışık altındaki şüpheliye dönüştürür. Toplumsal denetim ve gözetim, “güvenlik” adı altında meşrulaştırılmaktadır. Play Time, çeliğe, demire ve cama teslim olmuş bir kent görüntüsü sergiler. Tati, bir önceki filminde bu durumun sinyalini vermiştir aslında. Mon Oncle’